Günümüzde işlenen suçlar istatistik verileriyle sunulmaktadır. Bu kapsamda hangi suçun daha fazla işlendiği, yaş aralığına göre yoğunluk gösteren suçlar, bu suçların cinsiyete göre oranları veya güvenli şehirlerin belirlenmesi gibi pek çok veriye ulaşılmaktadır. Bu verilere dayanarak yoğunluk gösteren suçların sebepleri araştırılmakta ve engelleme çalışmalarına girişilmektedir. Görüldüğü gibi suçların gerçek oranları göstermesi; bu suçların engellenebilmesi, önlem alınabilmesi, şahsi ve genel güvenliğin sağlanabilmesi için önem arz etmektedir. Ancak her zaman istatistik verileri ile gerçekte işlenmiş suçlar birebir örtüşmemektedir. Suçun soruşturma ve kovuşturma makamlarına intikal etmemesi gerçekte işlenmiş suçların bilinmemesine sebep olmaktadır. İşte bu bilinemeyen, gizli kalan suçlar veya makamlara intikal etmesine rağmen aydınlatılamayan suçlar, daha geniş anlatımla istatistik verileri ile gerçekte var olan suçlar arasındaki fark, karanlık alan oluşturmaktadır.

Mağdur tarafından suç olarak algılanmayan fiiller, mutlak karanlık alan oluşturmaktadır. Örneğin öğretmenin öğrencisine uyguladığı şiddet toplumun bir kesimi tarafından öğretmenin ıslah yöntemi olarak görülmekte ve herhangi bir suç niteliği taşımadığı düşünülmekte, bu sebeple suç gizli kalmaktadır. Diğer yandan özellikle kırsal kesimde görülen dini nikaha bağlı olarak çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel istismar fiilleri de çoğu kez suç olarak algılanmamaktadır. Oysaki TCK’ya göre on sekiz yaşını doldurmamış herkes çocuk sayılmaktadır ve çocuklara karşı gerçekleştirilen, cinsel taciz sınırlarını aşan fiiller cinsel istismar olarak değerlendirilmektedir.

Esasen suç teşkil etmekle beraber mağdur tarafından faille arasındaki bağın eseri olarak görülen fiiller, çifte karanlık alan oluşturmaktadır. Örneğin yakın arkadaşların birbirlerine karşı gerçekleştirdikleri şiddet eyleminde bunun bir suç teşkil ettiği bilinmekte fakat bir bağa dayandığından veya bu durumun kimseyi ilgilendirmediği düşünüldüğünden suç gizli kalmaktadır. Diğer yandan her ne kadar eşler birbirlerine karşı gerçekleştirdikleri cinsel saldırı suçunun temel halinin faili olamasalar daTCK madde 102/2’de düzenlenen cinsel saldırının vücuda organ veya sair cisim sokmak suretiyle gerçekleştirilmesi kapsamındaki nitelikli halinin faili olabilmektedirler. Ancak toplumun bazı kesimlerinde bu tür bir suç, aradaki evlilik bağından kaynaklı olarak karanlık alanda bırakılabilmektedir.

Suç teşkil eden olayın soruşturma ve kovuşturma makamlarına intikal etmesi fakat olayın aydınlatılamaması hali ise nisbi karanlık alan oluşturmaktadır. Bu durumda suç gizli kalmamaktadır ancak örneğin faillerin bulanamamasından dolayı suç karanlık alanda kalmaktadır.

Suçların karanlık alanda kalması ise pek çok sebebe dayanabilmektedir. Örneğin çoğu zaman mağdur suçluyu tanıyamamaktadır. Suçun işlendiği yer ve zaman, suçlunun suçu işlerken çeşitli aksesuarlarla tanınmaz hale gelmesi, mağdurun suçun işlendiği esnadaki psikolojik durumu gibi etkenler mağdurun suçluyu tanıması ve tanımlamasını olanaksız kılmaktadır. Mağdurun tehdit edilmiş olması da önemli sebeplerden birisidir. Mağdur, suçu açığa çıkarması halinde uğrayacağı zararın, suçlunun cezasını çekmesi sebebiyle duyacağı manevi tatminden daha üstün olduğu sonucuna varabilmektedir. Örneğin suçlu, mağduru yakınlarının veya kendisinin yaşamıyla tehdit etmiş, korkutmuş olabilir. Bu halde mağdur suçlunun cezasını çekmesindense kendisinin veya yakınlarının yaşamını daha üstün görmektedir. Mağdurun suça rıza göstermesi de karanlık alan oluşturan sebeplerden birisi olarak karşımıza çıkabilmektedir. Burada rızanın hukuka uygun olarak verilip verilmediği konusunda ayrım yapılmalıdır. Eğer hukuka uygun bir rızadan bahsedilemiyorsa, örneğin mağdurun, arkadaşının kendisini yaralamasına izin vermesi halinde verilen rıza suçu hukuka uygun hale getirmeyeceğinden, suç oluşacaktır ancak genellikle mağdur hukuka aykırı da olsa rızası bulunduğundan, suçu karanlık alanda bırakmaktadır. Eğer rıza hukuka uygun olarak verilmişse zaten suç oluşmayacak, karanlık alandan bahsedilmeyecektir. Bazı hallerde mağdur, suçun açığa çıkması sonucunda kendi saygınlığının yitirileceği düşüncesiyle suçu karanlık alanda bırakmaktadır. Örneğin dolandırıcılık suçunun mağduru bir iş insanı, bu suçu açığa çıkarmaktan kendi menfaatlerini gözeterek kaçınabilmektedir. Evlilikte, çoğunlukla kadınların maruz kaldığı şiddet fiilleri de karanlık alan oluşturmaktadır. Kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmamış olması, suçu bildirdiği takdirde maddi veya manevi olarak asıl cezayı kendisinin çekeceğini düşünmesi, eğer çocuk sahibi iseler çocuklarının babasız kalacağı düşüncesi, suçlu eş tarafından tehdit edilmesi, geleneklerinin veya aile yapısının suçu açığa çıkarmasına müsaade etmemesi gibi pek çok etken mağduru, suçu karanlık alanda bırakmaya itmektedir. Karanlık alan oluşturan önemli sebeplerden birisi de, mağdurun suçlunun cezaevinden çıktıktan sonra kendisine verebileceği zararlardan çekinmesidir. Suçlu her ne kadar müebbet hapis veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olsa da, şartları sağlanırsa koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanıp, cezaevinden çıkma ihtimali bulunmaktadır ve mağdur bu sebeple suçu karanlık alanda bırakabilmektedir. Bazı hallerde mağdur, suçu ispat edememekten korkar ve suç karanlık alanda kalır. Bazı hallerde ise mağdur suçu önemsememekte ve gerekli makamlara bildirmemektedir. Örneğin kişinin arabasının, rızası olmaksızın arkadaşı tarafından kullanılıp olduğu gibi geri bırakılması durumunda mağdur çoğunlukla bu duruma sonradan rıza gösterir ve yetkili makamlara bildirmez. Ancak suça sonradan gösterilen rıza, bu fiilin suç niteliğini yitirmesine sebep olmamaktadır. TCK madde 146’da bu durum kullanım hırsızlığı olarak düzenlenmiştir, bir suç niteliği taşımaktadır. Hakaret suçları da, en çok bildirilmeyen suçların başında gelmektedir. Günlük yaşantıda pek çok hakarete maruz kalındığı halde çoğunlukla bu durum önemsenmediğinden suç karanlık alanda bırakılmaktadır.

Karanlık alan, bazı hallerde mağdurdan bağımsız olarak kendisini gösterebilmektedir. Bu durumun en önemli sebebi, polisin suçu aydınlatmaya çalışmak yerine görmezden gelmesi veya yargı makamlarına ulaştırılmadan kendisinin çözmeye çalışmasıdır. Örneğin birbirine şiddet uygulayan iki kişinin durumu polise bildirdiğinde polisin bu durumu kayda geçmeyerek kişilere yalnızca öğüt vermek veya yaptıkları eylemin yanlış olduğu hakkında bilgilendirmek gibi tutumu karanlık alan oluşturmaktadır.

Görüldüğü üzere, karanlık alan oluşturan sebepler kimi zaman mağdurdan kaynaklanmakta kimi zaman ise mağdurdan bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak her şekilde, karanlık alanda bırakılan suçlar istatistik verilerine yansımamakta ve veriler ile gerçekte oluşan suçlar arasında büyük farklar meydana gelmektedir. Bu oluşan fark, gerekli önlemlerin alınması, güvenliğin sağlanması ve daha pek çok konuda olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. En önemli olumsuz sonuçlardan birisi ise cezanın, amaçlarına hizmet edememesidir. Açığa çıkarılmayan suçları işleyen kişiler ceza hukuku kapsamında bir kefaret ödememektedir. Mağdurun bu durumu açığa çıkarmamasından hareketle aynı suçu tekrar işleyebilme potansiyellerinde artış meydana gelmekte ve dolayısıyla suçun tekerrürü engellenememektedir. Gizli kalan suçun faili ıslah edilememekte ve böylece ceza bu kişiler açısından işlevsiz kalmaktadır. Çoğunlukla tehdit, korku veya gelenekler sebebiyle suçu karanlık alanda bırakan mağdur açısından ise, suçlunun cezalandırılmasının getirdiği manevi tatmine ulaşamamakta, daha da önemlisi kendisinin güvenliğinden şüphe duymakta ve bazen aynı suçun defalarca mağduru olabilmektedir. İstatistik verilerinde belirtilen suç oranlarında artış gözlenmesi, gerçek suçlarda artışın bir kanıtı olabileceği gibi, suçların yetkili makamlara intikalinin arttığının da bir göstergesi olabilmektedir. Bu duruma, yetkili makamlara olan güvenin artması, kişilerin suçu gizlemesini gerektiren geleneklerden ve sebeplerden sıyrılması, fiilin bir suç niteliği taşıdığının fark ettirilmesi gibi pek çok etken sebep olabilmektedir.

Bir toplumda gerçek suçluların ve suç oranlarının ortaya çıkmasını engelleyen karanlık alan ne kadar aza indirilirse, karanlık alanın olumsuz sonuçları o kadar azalacak ve ceza amaçlarına hizmet edebilecektir. Gerçek suçların bilinmediği bir toplumda refah seviyesinin azalacağı ve ceza adaletinin sağlanamayacağı şüphesizdir. Bu sebeple karanlık alanın en aza indirilmesi için gerek devlet gerekse bireysel olarak adımlar atılmalıdır.

Av. Begüm GÜREL (LL.M.) & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Elif TÖRE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi girin.
You need to agree with the terms to proceed

Menü